11 Nisan 2010 Pazar

Trabzon Maçı Sonrası

Beyaz muşambalar üzerinde rakı içmeye niyetlenerek gitmiştim Köyiçi'ne. 1903'ün yazdıklarından önce ben de aynı hissiyatla güne uyanmış ve yazdıklarını okuduktan sonra daha bir heveslenmiştim bir an evvel karşıya geçmek için. Açık havada güzel bir kahvaltı ile hanımın gönlünü yapıp biraz da güneşten istifade ederek sağda solda dolaştıktan sonra Üsküdar'dan Beşiktaş'a attım kendimi. Saat beşe yaklaşmış Köyiçi çoktan havasını bulmuştu. Bizim arkadaşlar da benim hevesimi kursağımda bırakırcasında bir köşede Tekel'den temin ettikleri votka-vişne ile demleniyorlardı. El mahkum onlara eşlik ederken bir diğeri viski, öteki de elinde kutu biralarla geldi sonra. Biraz ondan biraz bundan içip güzel güzel yürüyüp geçtik tribünlerdeki yerimize.

Kapalıya girdiğimde Harun üst kattan inmiş, yüzünde tebessümle saha içine inmek üzere ilerliyordu. Evlilik yaramış epey bir kilo almış. Belki de tebessümü tribünün ricasını kırmayarak üçlü çektirmek için indiği sahadan kapalı üste tekrar nasıl çıkacağını düşündüğü içindi. Benimse o dakikalarda aklıma bundan altı sene evvel Süleyman Seba Spor Salonu'ndaki bir Galatasaray basket maçındaki üçlüsü geldi Harun'un. Askere gitmeden önceki bir maçıydı. Boynunda uzun bir kaşkol, bir ucu neredeyse parkeye değecek. Epey bir süre ufacık elleriyle salonun dört bir yanını ayağa kaldırmak için dört döndükten sonra çektirmişti üçlüyü. TRT2'nin naklen yayınında ise an be an yayınlanmıştı bu görüntüler... Bu sefer ki o kadar uzun sürmese de stadı coşturmaya yetmişti. Hayret ki üçlüden sonraki lay lay kısmının peşi sıra Fener'e sevgilerini sunmadı tribünler.

Ernst, Fink ve İnceman güzel yapmıyordu Beşiktaşı. Yusuf solda Serkan'ın hızına eşlik edemezken, Ekrem sağda kendi ekseni etrafında dönmekten başka bir şey üretemeyince pozisyon kısırlığı çekiyorduk. Mücadele var, zaman zaman tempo da aslında ama rakısı eksik sofra gibiydi maç. Maçın sonlarına doğru bizim kulübenin tamamını ayaklandıran pozisyonu biz kapalıdan süzemedik ama yan hakemin süzememesi normal değil. Mustafa Denizli'yi ilk defa bu kadar isyankar bir hal içinde gördüm. Göz göre göre penaltı gitti, maç bitti ve iki puan daha gitti, bu haftanın bitimiyle de şampiyonluk ümitlerimizin büyük bir kısmı gitti. Oysa ki maçta sıklıkla "Şampiyonluk çok yakın, saldır Beşiktaş" diye bağırıyorduk. Biz yaklaşamasak da o hep bize yakın duruyordu sanki düne kadar. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmedik bir türlü ve göbeğimiz çatladı her Beşiktaş maçında. Diğerleri de göbek attı maçın sonunda. Bizim içinse tek yol kaldı artık o da havaya atacağımız son taşın haftaya Saraçoğlu'na düşmesi.

Hiç yorum yok: